KARTEPE BELEDİYESİ MÜZELERİ
Image

-Kahve

Kahve Osmanlı toplumunda 16. yüzyıl ortalarından itibaren tüketilmeye başlanmış, sevilen bir içecektir. Osmanlı halkının kahve çekirdeğini kendi damak zevklerine uygun yöntemlerle hazırlaması sonucu oluşan tat ve görünüm tüm dünyada geçerli olan “Türk kahvesi” deyimini oluşturmuştur.

 

 

Kahve İstanbul’da en önce tarikat çevrelerinin ilgisine mazhar olmuş, Halveti, Kalenderi ve Bektaşi dergâhlarının vazgeçilmez maddesi haline gelmiştir. Müritler uykuyu yenip zinde kalmak ve böylece daha çok zikir yapmak için kahveye müptela olmuşlardı. Halk arasında kahvenin yaygınlaşmasında ise kahvehanelerin önemli bir rolü olmuştur. 16. yüzyılın sonlarında kahve Anadolu’nun en uzak kasabalarına kadar yayılmıştı. Kahvenin içilmesiyle ilgili olarak Osmanlı uleması arasında haram olup olmadığı konusunda farklı görüşler yer almıştır. Kahve ilk kez Kanuni Sultan Süleyman döneminde Şeyhülislam Ebussuud Efendinin fetvasıyla yasaklandı. Kısa süre sonra kaldırılan bu yasağa ve sonraki yıllarda birkaç kez daha uygulanan yasaklara rağmen kahve Osmanlı halkı arasında vaz geçilmeyen bir içecek olmuştur.

 

Muhtesib kahve-fürûşa ne ta῾addî eyler

Yohsa kâfir mi olur içse müselmân kahve

(Muhtesib kahve satıcısına neden zulmeder, yoksa Müslüman kahve içince kâfir mi olur? Nev῾i (1533-1599) Divan şairi)

«Türklerin yaşadığı ülkelerde bol miktarda kahve içilir; ister fakir ister zengin olsun, günde iki veya üç fincan kahve içmeyen yoktur. Türkler kahvenin her türlü hastalığa iyi geldiğine inanırlar.» Jean Thevenot (1633-1667), Fransız seyyah.

 

  Kahve ikram etmek Saray ve konaklardan sıradan insanlara kadar günlük hayatın vazgeçilmez bir adetiydi. Sarayda, devlet erkanının, yabancı devlet elçilerinin katıldığı törenlerde kahve ikram edildiği gibi Sultan Ahmet Camii’nde padişahında katıldığı Mevlid Kandili törenlerinde, kahvecibaşı (padişahın kahvesini hazırlayan görevli) tarafından kurulan kahve çadırında halka da kahve ikramı yapılırdı.

 

 «Bir kahvede otururken yanınıza birisi gelirse kahve ısmarlayınız. Osmanlılık budur.”  Fatih Türbedarı Ahmed Âmiş Efendi (1807-1920)

 

  Bir fincan kahve ikramı zengin ve yoksul her aile için bir gelenek olduğundan ikramda ekonomik duruma göre lüleci çamurundan (Tophane işi), seramik, porselen ve camdan imal edilmiş fincanlar kullanılmıştır. Kütahya’da çiniden yapılan fincanlar halkın yaygın kullandığı ürünlerdi. Saray ve zenginler zarafet ve zenginliğin bir göstergesi olarak Çin porseleni (fağfuri) ve zarflı fincanlar kullanmıştır. Fincan zarfları, kulpsuz porselen fincanların tutulabilmesi amacıyla içlerine yerleştirildiği özel kaplar idi. Osmanlıda saray, köşk ve konak gibi mekânlarda zarflı fincan kullanılmasına karşılık, kahvehanelerde ve mütevazı evlerde ise zarflar yerine fincan tabakları kullanılmıştır.

 

Tesbihimin ucu mercan

Yetişmedi nice bir can

Efendim kahve içiyor

Elinde fağfuri fincan

 

-Çay

Sadece sabahları değil günün her saatinde tüketilen kahve yerini çaya oldukça geç bir zamanda, 20. yüzyıl başlarında bırakmıştır. Osmanlı toplumunda 19. yüzyılın sonlarına doğru çayın tüketimi artmış kahvehanelerde çay da ikram edilmeye başlamış ve çayhaneler açılmıştır.

 

« Çayınız nasıl olsun? Paşa çayı lütfen» 

 

Osmanlı’da çay kültürünün oluşmasında etkili olan ülkelerden biri de Rusya'dır. Ruslar açık çayı “offizerskiy çay” (subay çayı) diye adlandırırlar.  Bu tanımlamanın etkisi ile Türkçede açık çay “paşa çayı” olarak ifade edilmiştir.

 

 

Kahvenin yüzyıllar içerisinde gündelik hayatta edebiyatta vb. alanlarda oluşturduğu kültür, günümüze kadar devam etmiştir.  Halk kültürünün bir çok alanında kahveye vurgu yapılmıştır.

 

-Tütün

Tütün Amerika kıtasına has ve yerli halk tarafından keyif verici ve tedavi edici bir bitki olarak kullanılıyordu. Yerlilerin tütün içerken kullandıkları kamışa Tabako denilmekteydi. Avrupalı kaşifler ilk kez gördükleri bu bitkiyi, içimde kullanılan çubuğun adıyla «tabako» olarak adlandırdılar. Portekiz'de Fransız elçisi olan Jean Nicot, tıbbi yönünü tecrübe ettiği tütünü, tohum olarak Fransa’ya göndermiştir. Tütün kısa sürede Avrupa’da yayılınca bitkinin adı Jean Nicot’a atfen Nikotiane olmuştur. 

 

 

Tütün ilk kez Osmanlı topraklarına 16. yüzyıl sonlarına doğru Avrupa üzerinden tedavi edici yönü öne çıkarılarak getirilmiştir. Batı dillerinde tobaco kelimesiyle tanımlanan bitki Osmanlıda  Arapça «duhan» , Farsça «tönbâkü/tömbeki» ve Türkçe «tütün» kelimeleriyle adlandırıldı.

 

Tütün, Osmanlı topraklarında yaygın olarak kullanılmaya başladığı 17. yüzyıl başlarından itibaren özellikle keyif ehli tiryakiler arasında kendine hatırı sayılır derecede yer bulmuş ve özellikle kahve ile birlikte dost meclislerinin, kahvehanelerin gözdesi olmuştur.

 

Ulema tütün kullanımının haram, mekruh veya mubah olup olmadığı konusunda hemfikir olamamıştır. 1609’da tütünün yasaklandığına dair ilk fermanda halk arasında içiminin giderek yaygınlaştığı, köy ve kasabalarda bu yaprağın ekilip pazarlarda satıldığı, insanların bu yaprağı içmekle meşgul oldukları ve işlerinden geri kaldıkları, hastalıkların ortaya çıktığı, ölümlerin arttığı vurgulanmıştır.  Daha sonraki yıllarda da yasaklanmasına rağmen tütün kullanımı halk arasında giderek yaygınlık kazandı.

 

Tütün, Osmanlı toplumunda lüle veya nargile (tömbeki) yardımıyla yakıp içilerek, toz halinde (enfiye) burundan çekilerek ve bir de ağızda çiğnenerek tüketilmekte idi. Osmanlı coğrafyasında tütünün en yaygın tüketim şekli lüle ve çubuk ile içilen şekliydi. Çubuk; imâme denilen ağızlık, ince uzun çubuk kısmı ve tütünün konulup ateşle yakıldığı lüle kısmı olarak üç parçadan oluşurdu.  Lüle yapımında  genel olarak pişmiş toprak kullanılmakla birlikte lületaşı da kullanılmıştır.

 

Çubuk sol elle içilirdi ve çubuğun uzunluğu bir gösteriş vasıtasıydı. Çubuk yapımında kiraz, gül, abanoz veya yasemin ağacı tercih edilmekteydi. Ağızlıkların en makbul olanı kehribardan yapılanı idi. Saray ve konaklarda çubuğu içime hazırlayan «çubukçu» adında hizmetliler vardı. 

 

Kırım Harbi (1853-1856) döneminde İstanbul’da bulunan İngiliz ve Fransız askerlerin kıyılmış tütünü kağıda sararak «cigarette» içmeleri Osmanlı’da tütün tüketiminde yeni bir dönem başlatmıştır. 1860’larda sigara kâğıdı kullanımının başlaması ve 1887’de Beykoz’daki Hamidiye Kâğıt Fabrikası’nda yerli tütün kâğıdı imaliyle sigara toplumda hızla yaygınlaşmıştır. 

 

Kaleme aldığı Osmanlı tarihi ile meşhur Peçuylu İbrâhim (ö. 1649)  tütünün Osmanlı toplumunda yarattığı olumsuzlukları: « İnsanlar arasında o kadar rağbet gördü ki, ayak takımından bazı insanların tütünü çok içmelerinden hâsıl olan duman sebebiyle kahvehanelerde insanların birbirini görmesi güçleşirdi. Sokaklarda ve bazarlarda insanların lüle ellerinden düşmez olup birbirinin yüzüne gözüne puf puf ederek sokakları ve mahalleleri kokuttular Bunun kötü kokusu hemen her içenin sakalını, bıyığını, sarığını ve hatta içten giydiği elbisesini ve evinin içini kokuttuğu gibi, halı keçe gibi evlere serilenleri de yer yer yaktığı, külü ve kömürü ile her tarafı kirlettiği» ifadeleriyle sıralar.

Geçmişimiz ile Varoluruz

Geçmişimiz ile Varoluruz

Osmanlı Günlük Yaşam Müzesi

Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerindeki günlük yaşam kültürünü korumak, tanıtmak ve gelecek nesillere aktarmaktır. Müze, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde kullanılan ev eşyaları, giyim ve aksesuarlar, mutfak gereçleri ve diğer günlük yaşam objeleri gibi birçok farklı kategoriye ait eseri bulundurmaktadır.

Uzuntarla Çerkes Müzesi

Müze, ziyaretçilerine Çerkeslerin yaşam kültürü hakkında detaylı bir bakış sunmaktadır. Müzede yer alan eserler, özel koleksiyonlardan temin edilmiş olup, Çerkes kültürünün en önemli özelliklerini yansıtmaktadırlar.